Hakkımda

Fotoğrafım
04.08.1984 İstanbul doğumlu... ordan burdan benden heryerden... ne bulduysam... iz bıraktığına inandığım cümleleri paylaştım.. hangi iklimde nefes alıyorsan,bi solukta burda al...

13 Şubat 2011 Pazar

BUNCA VARLIK VAR İKEN...

Şair diyor ki;

Sûrette nazar eyler isen sen ile ben var
...
Ammâ ki hakikatte ne sen var u ne ben var

Varlık!.. Varlık iddiası!.. Varlık bilinci ve varlığa hükmetme... Belki de insan olmanın imtihan alanı; hayatın anlamı. "Sen-ben" kavgasının ve kaygusunun arkasında hakikatte "sen" ve "ben" zamirlerinin olmadığını düşünebilmek, kişinin kendisini bu anlayışa göre nizam ve intizama sokması, çelikten bir mengeneye sıkıştırılmak gibi bir şey... Ve beyninize saplanan kıymık kıymık sorular:

- Sen kimsin?

- Hakikat ne?

- Vücud ne ve onu nasıl anlayabilirsin?

- Âlemdeki yerin ne?

- Neden her şey zıddıyla yaratılmış?

- Mümkün nedir, ya mecaz?

- Bildiğin şeyin salt bilgi olduğundan emin misin?

- Ömrün neden çok kısa da evrendeki zaman neden bu kadar uzun?

- Aklın evreni anlamaya neden yetmiyor?

- Ayna ne ve neden varlığın yalnızca suretini yansıtıyor?

- Nice sultanlar, nice dilberler neden toprakta?

- Mutluluk ne; ya elem?

- Bülbül neden hiç güle kavuşamıyor?

Sorular... Sorular... Her saniyede yüzlerce, binlerce kez çoğaltılabilecek ve her defasında cevapsız kalacak sorular... Aklın bunca bilgi düzeyiyle acizliğinin görülmesi ve insanın çaresizliği. Bu çaresizliktir ki arayışların ardından saldırganlıklar, kibirler ve aykırılıkları getirip insanı mutsuz eder. Her yönelişin bir çırpınışla sonuçlandığı varlık iddiasından kurtulamadıkça da insanın huzur bulması imkansız. Yunus'un o muhteşem dizesinde dediği gibi:

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı

Varlık o kadar derinden yakalamış, eteğini o derece çekiştirmekte ki, insan kendini onun üstünde veya dışında hayal bile edemez durumda.

Ömer Hayyam bir rubaisinde "Ezelin sırlarını ne sen bilebilirsin, ne de ben. Ne sen okuyabilirsin bu muammayı, ne de ben. Perdenin arkasında senden de benden de birer dedikodu (vehim, bahis) mevcut ama perde düştüğü vakit ne sen kalıcısın ortada, ne de ben!" der. Eflatun'un insanın gerçeğini anlatabilmek için kullandığı mağara istiaresi gibi. Ona göre insan bir mağarada, kapıya sırtını dönmüş, eli kolu bağlı, başı sabitlenmiş olarak durmakta ve mağaranın önünden gelip geçenlerin gölgeleri, ışığın nispeti ölçüsünde mağara duvarına yansımakta, böylece oturan kişi de hayatı, o gördüğü gölgelere bakarak güya anlamakta, algılamakta ve böylece yaşadığını hissetmektedir. Başını döndürüp bakamadığı için de varlığın gerçeğini hiçbir zaman görememekte, olayların hakikatine hiçbir vakit vâkıf olamamakta, sen-ben iddiasında vehimlerle, hayallerle oyalanıp durmaktadır. Öte yandan anlaması gereken asıl mesele bütün o çaresizliklerin de, bütün o iradesizliklerin de, hatta bütün gönül darlıkları ve içinden çıkılmaz sorular yumağının da serriştesinin, aslında bir teslimiyetin ucunda düğümlü olduğu gerçeğidir. Tutup ucundan çekivermek yeterli. Bunun içinde galiba bütün öteki soruları içine alan son bir soru var:

- Nereye gidiyorsun be hey!..

İskender Pala

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder