Hakkımda

Fotoğrafım
04.08.1984 İstanbul doğumlu... ordan burdan benden heryerden... ne bulduysam... iz bıraktığına inandığım cümleleri paylaştım.. hangi iklimde nefes alıyorsan,bi solukta burda al...

25 Şubat 2011 Cuma

Uykumu uyuttum

uykusuz yatıyorum..

ama sen herşeyden habersiz...

Ne güzel uyuyorsundur

kimbilir?

Ne kadar güzeldir saçlarının yastığı öpüşü.

Tabi, ne yastığın

haberi var ne saçlarının.

Ben uyumuyorum...

Yastığımda yok...

Saçlarında...


....ceyhun yılmaz...
Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.
Tenine dokunabilmek mi? Hâşâ! Gözüm göz menziline girsin yeter... Hadi düş düşlerime; tutmayana aşk olsun...

24 Şubat 2011 Perşembe

"Yine unutma ki, eğer Allah sana bir darlık musallat ederse, onu O'dan başka kimse gideremez! .."
-yûnus 107-

ulu orta

'seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin
nazlanırsın ama bir gün gelirsin'


düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah,unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe,benim için dua et;
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu'ndan
üç ayda bir reçete.

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl birşey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.

yakartop oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen
yolundaydı herşey,ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçücük odadan
acımı duy,sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma,
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

ibrahim tenekeci

20 Şubat 2011 Pazar

“ Varolmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekârların...”cemil meriç

19 Şubat 2011 Cumartesi

>> Bazen insan; ''Ben iyiyim'' dediğinde gözlerinin içine bakıp
''iyi değilsin biliyorum'' diyecek birine çok ihtiyaç duyar ... <<
‎''Sanırız ki, insan konuştuğu kadardır.Konuşmadığımız kadarımız da konuşur oysa .
Bir de konuşamayan tarafımız var ki ,nice konuşmaların gürültüsünü bastırırdı , açsaydı ağzını … ''

Bilemezsin, Sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı.
Hiçbirşey içime sinmedi.
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var ? ..
...Ya da okyanusa su.
Düşündüğüm her şey Doğu'ya baharat götürmek gibiydi.
...Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok,
çünkü Sen zaten bunlara sahipsin.
O yüzden Sana bir ayna getirdim.
Kendine bak ve beni hatırla.mevlana.

13 Şubat 2011 Pazar

Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun
Ümide sarıl, çık, bak ne olursun...

M.Akif

BUNCA VARLIK VAR İKEN...

Şair diyor ki;

Sûrette nazar eyler isen sen ile ben var
...
Ammâ ki hakikatte ne sen var u ne ben var

Varlık!.. Varlık iddiası!.. Varlık bilinci ve varlığa hükmetme... Belki de insan olmanın imtihan alanı; hayatın anlamı. "Sen-ben" kavgasının ve kaygusunun arkasında hakikatte "sen" ve "ben" zamirlerinin olmadığını düşünebilmek, kişinin kendisini bu anlayışa göre nizam ve intizama sokması, çelikten bir mengeneye sıkıştırılmak gibi bir şey... Ve beyninize saplanan kıymık kıymık sorular:

- Sen kimsin?

- Hakikat ne?

- Vücud ne ve onu nasıl anlayabilirsin?

- Âlemdeki yerin ne?

- Neden her şey zıddıyla yaratılmış?

- Mümkün nedir, ya mecaz?

- Bildiğin şeyin salt bilgi olduğundan emin misin?

- Ömrün neden çok kısa da evrendeki zaman neden bu kadar uzun?

- Aklın evreni anlamaya neden yetmiyor?

- Ayna ne ve neden varlığın yalnızca suretini yansıtıyor?

- Nice sultanlar, nice dilberler neden toprakta?

- Mutluluk ne; ya elem?

- Bülbül neden hiç güle kavuşamıyor?

Sorular... Sorular... Her saniyede yüzlerce, binlerce kez çoğaltılabilecek ve her defasında cevapsız kalacak sorular... Aklın bunca bilgi düzeyiyle acizliğinin görülmesi ve insanın çaresizliği. Bu çaresizliktir ki arayışların ardından saldırganlıklar, kibirler ve aykırılıkları getirip insanı mutsuz eder. Her yönelişin bir çırpınışla sonuçlandığı varlık iddiasından kurtulamadıkça da insanın huzur bulması imkansız. Yunus'un o muhteşem dizesinde dediği gibi:

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı

Varlık o kadar derinden yakalamış, eteğini o derece çekiştirmekte ki, insan kendini onun üstünde veya dışında hayal bile edemez durumda.

Ömer Hayyam bir rubaisinde "Ezelin sırlarını ne sen bilebilirsin, ne de ben. Ne sen okuyabilirsin bu muammayı, ne de ben. Perdenin arkasında senden de benden de birer dedikodu (vehim, bahis) mevcut ama perde düştüğü vakit ne sen kalıcısın ortada, ne de ben!" der. Eflatun'un insanın gerçeğini anlatabilmek için kullandığı mağara istiaresi gibi. Ona göre insan bir mağarada, kapıya sırtını dönmüş, eli kolu bağlı, başı sabitlenmiş olarak durmakta ve mağaranın önünden gelip geçenlerin gölgeleri, ışığın nispeti ölçüsünde mağara duvarına yansımakta, böylece oturan kişi de hayatı, o gördüğü gölgelere bakarak güya anlamakta, algılamakta ve böylece yaşadığını hissetmektedir. Başını döndürüp bakamadığı için de varlığın gerçeğini hiçbir zaman görememekte, olayların hakikatine hiçbir vakit vâkıf olamamakta, sen-ben iddiasında vehimlerle, hayallerle oyalanıp durmaktadır. Öte yandan anlaması gereken asıl mesele bütün o çaresizliklerin de, bütün o iradesizliklerin de, hatta bütün gönül darlıkları ve içinden çıkılmaz sorular yumağının da serriştesinin, aslında bir teslimiyetin ucunda düğümlü olduğu gerçeğidir. Tutup ucundan çekivermek yeterli. Bunun içinde galiba bütün öteki soruları içine alan son bir soru var:

- Nereye gidiyorsun be hey!..

İskender Pala

"Dostun üzüntüsüne aci duyabilirsin bu kolaydir ama dostun basarısına sempati duyabilmek, sağlam bir karakter gerektirir"

8 Şubat 2011 Salı

istanbulda günler hızla geçiyor, son 2 günüm kaldı. gitmek istemiyorum. seni çok özleyeceğimi biliyorum..insan yanındayken bile bu kadar özlerse ayrı kalınca nasıl özlemez. ilk defa 50 gün görmedim ben seni ve geçmek bilmeyen bir 50 gündü ama şükür kavuştuk ve günlerdir nerdeyse hergün gez gez bi hal olduk :) şimdi yine ayrı kalmayı düşünmek canımı acıtıyor. düşünmek  istemiyorum..göğsüme bir ağrı saplanıyor.hayır hayır bunları düşünmeyeceğim...düşünmemeliyim..pozitif olmalıyım... enerji depoladım..beni baya götürmeli bu enerji..meslek kutsaldır...eğitim şart ;) özlemekse farz....